Bedir Acar
Okuldayken sanat tarihi kitaplarında fotoğraflarına bakar, gözümü alamazdım; tepeden tırnağa turkuaz, mavi, çinilerle kaplı, göz kamaştırıcı güzellikteki devasa yapılar...
Yedi düvele nam salmış, bir zamanların kudretli, hükümdarı Emir Timur'un ülkesi Özbekistan'a yolumuz düştü geçen hafta.
Bu yıl 13. kez düzenlenen Uluslararası Taşkent Film Festivali'ne iki gün erken gelmenin ödülü olarak, doğunun masalsı şehirleri Buhara ve Semerkant'ı görme fırsatımız oldu.
Tek kelimeyle anlat derseniz; kelimelere sığmaz, ancak Semerkant ve Buhara için 'büyüleyici' ya da 'harikulade', 'masalsı' ifadelerini kullanmak isterdim.
Bir zamanların meşhur ticaret güzergahı olan İpek Yolu'nun tam kalbindeki Semerkant ve Buhara, Timur zamanından bu yana Türk-İslam dünyasının Orta Asya'daki kalbi, gönlü ve aklı olmuş.
Alimlerin ve bilginlerin şehri Semerkant ve Buhara İmam Maturídi, İmam Buhari, Muhammed Nakşibendi ve İbn-i Sina gibi İslam ve bilim tarihine damga vurmuş zatların doğduğu, eserler verdiği topraklar...
Timur Han Kabri, Timur'un çok sevdiği eşi için yaptırdığı Bibi Hatun Cami ve adeta masallardan fırlamış gibi duran güzelliğiyle bir medreseler kompleksi olan Registan Meydanı...
Özbekistan yönetiminin özenli korumasıyla bugünlere ulaşan bu tarih koridorlarında dolaşmanın hazzı kelimelerle anlatılır gibi değil.
Tarihi ve kültürel dokusuyla Orta Asya'nın parlayan yıldızı Özbekistan'ın sokaklarında dolaşırken yaygın bir selamlaşma biçimi dikkatinizi çekiyor.
İnsanlar genellikle elini kalbine götürüp, 'Selamun aleyküm' diyor; sosyal hayatta 'Merhaba'nın yerini almış sıcak bir karşılama bu.
Özbekistan'da toprak devletin malı sayılıyor. Üzerindeki mülkü isterse istimlak edebilir ancak karşılığında ve aynı büyüklükte yer göstermek kaydıyla...
Son zamanlarda özel üniversitelerin, özel okulların açılmasıyla mülkiyet konusunda bazı esneklikler de getirilmiş.
Özbekistan 36 milyonluk nüfusuyla Türk cumhuriyetleri arasında en kalabalık nüfusa sahip ülke konumunda.
1991 yılında bağımsızlığını kazandı ve Özbekistan'ın bağımsızlığını tanıyan ilk ülke Türkiye oldu.
Öte yandan geçen hafta Özbekistan'da düzenlenen 13. Taşkent Uluslararası Film Festivali'nde 'Türkiye rüzgarı' esti desek abartmış olmayız.
'Konuk ülke' olarak, bol ödüllü 11 filmle katıldığımız festivale Türk sinema sektörü ünlü oyuncu ve yönetmenlerle adeta çıkarma yaptı.
Festivalde, Özbek sinemaseverlerin hayranı oldukları Türk oyuncularla fotoğraf çektirebilmek için birbiriyle yarıştıklarını, sevinçten ağlayan genç kızları, kucağında çocuğuyla selfi peşinde koşuşturan hanımları gördüm.
Dizilerin de etkisiyle, özellikle kadınlar, Türkiye Türkçesini epey ilerletmiş görünüyordu.
Festival dahilinde Türk filmlerinin tanıtımı için özel bir gala gecesi de düzenlendi. Binlerce kişilik salonu dolduran Özbekler, her sanatçıyı alkışlarla karşıladı.
Dikkat ettim, neredeyse 50 kişiyi bulan Türk kafilesinde Özbekistan'a ilk defa geldiğini ifade edenlerin sayısı bir hayli fazlaydı. Bunca ayrı kalış, üzücü olsa da, festival sayesinde, zararın neresinden dönülse kar sayıldığı günler yaşadık Özbekistan'da. Semerkant gibi, Buhara gibi Türk ve İslam tarihinin zirve şehirlerini görme imkanı bulduk mesela...
Unutmadan... Taşkent Film Festivalinin Türkiye özel bölümünde, Kültür ve Turizm Bakanlığının desteği, Yerli Düşünce Derneği ve Taşkent Büyükelçiliğinin iş birliğinde bir de Türk Filmleri Haftası gerçekleşti.
Burada bir konuşma yapan Kültür ve Turizm Bakan Yardımcısı Ahmet Misbah Demircan, 7-11 Kasım tarihlerinde (yolu İstanbul'a düşecek olanları) bu yıl ilki düzenlenecek olan Türk Dünyası Korkut Ata Film Festivali'ne davet etti.
Velhasıl, kardeş ülke Özbekistan, geçen hafta, Türkiye'den gelen konuklarını içtenlikle bağrına bastı, saflar bir kez daha sıklaştı.